1.30.2011

sevgili salak blog

sevgili salak blog, sana salak demem yetmiyormuş gibi ihmal ederek büyük ayıp yaptığımın farkındayım. Ben de birgün adam olacağım, sabırla beklemelisin. Şimdi yine sıkıştım, geldim buraya içimi kusmaya.
Evdeki çekyatları kaplattırmak için mobilyacıya, halıları yıkanması için halı yıkamacısına vermemizle yetinmeyen annem, babamı badana yapmaya ikna etti. Tabi ev bu kadar boşalmışken bize de temizlemek düştü. Zaten bahtsız başım her büyük temizlikte annemin yanındadır. Bu kızın dersleri var mı diye düşünen yok tatil zamanlarında.
Bu arada evde halı,çekyat olamayınca sesimin ekolu halde çıkması, devamlı yerde oturmak gibi büyük zevkler keşfettim. Özellikle yerde oturmak,yürümeden sürünerek ulaşmak bazı yerler zevkli oldu. Hayranı olduğum korelilerin yaşam tarzına benzemek ayrı bi zevk sanırım. Evimiz yerden ısıtmalı diye bu kadar rahatım, merak etme soğuk yemiyorum.
bu kadar,gidiyorum.

1.21.2011

"her geçen saniye daha da zorlaşmasın"

Üzerimden 20 yıl geçmiş gibi hissediyorum. Ciddi anlamda. Artık 20'li yaşlara adım atmış biriyim ve şokunu ne zaman kursağımdan aşağı itebileceğim bilmiyorum. Daha 19'a alışamamıştım.
Bugün bazı şarkılar yalnızca bana gelecek ve bazı yazarların yazdıkları sadece benim olacak. Başlayacak olursam;

karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında,
öyle yoruldum ki yoruldum dünyayı tanımaktan,
saçlarım çok yoruldu gençlik uykularımda.
acılar çekebilecek yaşa geldiğim zaman,
acıyla uğraşacak yerlerimi yok ettim.
ve şimdi birçok sayfasını atlayarak bitirdiğim kitabın
başından başlayabilirim...ismet özel
Şair çok iyimsermiş yolun yarısına mı geldik ?
E radyasyon neslindeyim biraz erken tükendim
hepimiz gibi ... feridun düzağaç

büyümek istemiyorum, annem babam yaşlanır...kolera

Her doğan günün bir dert olduğunu,
insan bu yaşa gelince anlarmış...cahit sıtkı tarancı

Biliyorum artık alışığım
Biliyorum acıdan ölünmüyor
Yine de bir ders çıkarmam lazım
Otuzuna kolay gelinmiyor...Mavi


Henüz yirmi iki yaşında, bütün maneviyeti yalnız bir ümidin tahakkukuna muntazır... Mai ve Siyah

Ve simdi bir kalbi bir bendenden ayirip gitmenin tam vaktidir... cem adrian

ve günün en anlamlılarından "güzel bir gün ölmek için..." teoman'dan.



1.18.2011

selvi boylum al yazmalım


Tv'de ne zaman "selvi boylum al yazmalım"ı görsem kumandann başka tuşuna basamaz olur ellerim, hadi bastı diyelim 5-10 dakikada bir geri gönerim mutlaka. Çıngız Ata'nın elinden çıkmış senaryo, harika oyuncukla süslenmiş tadından yenmeyen muhteşem film. Kaç kere izledim çoğu kişi gibi ben de bilmiyorum ama hiçbir izlediğimde bu kadar çok ağlamamıştım..Ciddi ciddi hıçkırmaya başladım.
Her sahne birbirinden etkileyici de beni en çok etkilenlerden biri, Cemşit'in her iş dönüşünde Asya'yı İlyas'ı beklerken gördüğü halde kendisini bekleyeceği günü umutla beklemesi ve birgün beklenen gün gelir. Yine Asya yoldadır ve Cemşit yine İlyas'ı beklediğini düşünür ama Asya "Seni bekledim,geç kalınca endişelendim" der. işte otur ağla.
Cemşit,Asya'yı kahvenin önünde görünce "iyi de benim neden kalbim hızlı çarpıyor" deyip sigarasını kahvenin içine fırlatıyor. Peki iyi de benim neden bu sahne bile hoşuma gidiyor? Neden benim gözlerim doluyor?

"elinden tutuversem benimle gelir mi?"

1.16.2011

"hiç sevmiyor beni tesadüfler"

Herhalde her hüsranla sonuçlanan alışverişimde gelip burada kapitalist düzeni söveceğim. Daha 10 gün önce kına sebebiyle kıyafet bakarken ablamın "bırak günlük şeyler bakmayı" demesine uymakla büyük salaklık yaptım. zira normal kıyafete de ihtiyacım vardı. Bugün de sıkışık derslerimin arasında alışverişi sokup yine düştük avm yollarına. Dolaş dolaş bi bok bulamadık. büyük bedenlerden tutun da saçma kombinelere kadar hiç işe yarayan bişey bulamadık. Çok sinirlendim, ciddi anlamda. aşkın 500 gününden repliği söylemek istiyorum. "bu filmler,bu kartlar hep bizi kandırdıkları için suçlular" bu vitrinler bizi kandırdıkları için suçlular. Ya daha 10 gün önceki güzel ürünler nereye gider?
Feridun Düzağaç'dan tesadüfler'i söylüyorum,buyrun;

Ne zaman arabamı yıkasam mutlaka yağmur yağar
Yağmurda yürüsem su sıçratır üstüme pis arabalar
En uzun yanan yeşil ben geçecekken sararır
               sola girsem sol tıkalı, terk ettiğim şerit boşalır
Şu doğru zaman, doğru yer hikayesi
   nerde yazılır ki kara bahtın reçetesi
                 Ne zaman falıma bakılsa falcıları bir keder alır
             Dilek tutmak istesem yıldızlarım çakılı kalır
         Gecenin bir yarısı son sigarama dökülür çayım
      Telefonum çalar ses gelmez hep mi yanlış numarayım
    Ne kumarlar kaybettim aşk için bile bile
Şeytanın bacağı demirden, gelmiyor dize
    bu kör talihim nerde olsam bulur beni sobeler
  Ben mutluluktan bi parça şefkat dilenirken
  Hiç sevmiyor beni tesadüfler

"hayat o kadar zor mu?"

Müziğin insan üzerinde reddedilemez bir etkisi olduğunu düşünenlerdenim. Ama bu etki bende her zaman tesirini gösteremiyor. bir kere psikolojik olarak boka batmış olmalıyım işte o sıralar sağo'mun "nedense" şarkısı farklı anlam kazanıyor.
Geçenlerde de bir üstgeçitten geçerken, hava da tam puslu, lilya 4ever filmindeki sahneyi hatırladım, eğer arkamda "mein herz brennt" çalsaydı ve ben de bi an Allah'ımın intihar yasağını unutmuş olsaydım betona çakılmamam için hiçbir sebep yoktu.
Yine geçenlerde bu berbat psikolojilerden birine bürünmüşüm, bi yerden dışarı çıktım, kulaklıklar takılı tabi, mor ve ötesin'den ayıp olmaz mı? şarkısı çalmaya başladı ama farklı bir versiyonu, müzik o kadar etkileyici ki "evet" dedim "hayat o kadar zor mu?" ardından "evet Allah'ım, şuan olabilir, şuan ölebilirim" aslında öyle dedim ama yollarda kötü bi şekilde ölmeyi hiç istemem. kazalardan çok korkarım,tatlı canım vardır.Artık hangi ölüm can yakmayacaksa onu kastetmiştim.
Demem o ki, müzik insanları transa geçirmek için hakikaten etkili, bu nedenle zikirlerde def kullanılıyor. Allah bu trans anında ayaklarımızı kaydırmasın

1.15.2011

sevgili salak blog

her gün bugün blog'cuğuma bişeyler yazacağım diye düşünüp kafamda ne yazacağımı kurgularken eve gelip pc başına oturduğumda büyük bi üşengeçlikle sadece takip ettiklerimin yazdıklarını okuyorum. Sonra beğendiğim olursa kıskançlıkla iyiki de yazmıyorum diyorum, böyle yazmadıktan sonra ne diye yazayım diye yakınıyorum.
ama şuan kararlıyım saçmalamaya. evet sevgili salak blog, dün resmen "hiçbir şeyin dibindeyim" modundaydım girdiğim bok çukurundan çıkmayı artık istemek şöyle dursun hayalini dahi kurmuyordum,artık yeterdi "başım dönüyor, of başım dönüyor yaşamaktan, ölebilirim artık" (ümit yaşar oğuzcan)dı. sago'mun "güneş soğuk yağmur sıcaktır ya bazen" dediği üzerine ben de bu soğuk havada dondorma yemeye karar verdim.eve girmeden evvel aşağıdaki banka oturup dondurmamı yemeye koyuldum. Hakikaten de soğuk değildi ne dondurma ne de hava. yakıyordu deydikleri yerlerimi. tamam soğuğun yakıcı etkisi de var onu da kabul ediyorum ama maksadım kendime acı çektirmekti, başardım mı "hayır". bu sabah kalktığımda boğaz ağrımın sebebini bulmakta zorlanmamaktan başka hiçbir şey olmadı. aynı bokluğun içerisindeyim ama bugün boklar rahatsız etmiyor. Hangi halim daha kötü onu da bilemiyorum; bokluğumu kanıksayıp foseptikte olmaktan rahatsızlık duymamak mı yoksa bırak ağızımı artık dibine kadar bok çukuruna daldığımdan rahatsızlık duyup yıldızları unutup Azrail'e "yap görevin fiil olsun" demem mi?
neyse yeter bu kadar, mesut süre'den çalacak olursam kendimi imha ediyorum.

1.12.2011

...

Hiçbir şeyin
dibindeyim...
hayko
cepkin

1.11.2011

Shinbu Sueob

Daha önce fetret döneminde olduğumdan bahsetmedim, şimdi açıklayabilirim, ben güney kore sinemasını çok severim. Psikolojimde derin izler bırakmayı misyon edinmiş filmler izlemeye başladığımdan ve beni aşırı duygusal bi iklimi sokmayı başardıklarından ayaklarımın yere deymesini sağlamak amacıyla kore sinemasına ara vermiştim. 3 aydır izlemiyordum. Bir hevesle fetret dönemini kesmek istediğimde yanlış filmi seçtiğimi anlamam geç olmadı. Şöyleki dramlardan hoşlanan biri olarak komedi türünü (kore sineması için) sevmiyorum.Zaten abartılı mimiklere sahip milletler, bir de komedi için mübalağa girince araya iyice ipin ucu kaçıyor ve hiç hoşlanmadığım bir boyuta ulaşıyor film. abartıdan ibaret.
Tabii kore milleti duygusal insanlar her yere dramı yerleştiriyorlar. komedide de dram bulunuyor.
Konumuz olan filme gelirsek, Love so divine, papaz adayı öğrencinin önüne, salak mı salak, gıcık mı gıcık bir kızın çıkmasıyla papazlık süreci tehlikeye girer. İlk başlarda ciddi anlamda papazlığa yakışmayacak hallerde yakalansa da daha sonradan kıza abayı yakmasıyla papazların sürdürdüğü inziva hayatına katlanamayı göze alıp almayacağını konu alıyor. bi dilemmasını "Tanrı'dan özür diliyorum kimi daha çok sevdiğimi unuttuğum için" diye çok güzel bir şekilde dile getiriyor.
Tabii bu durumda kadın yine Tanrı'ya giden yolda engel mi teşkil ediyor,ki hristiyan inancına göre zaten baştan mimli?
Romantik komedi türüne hiç yeni birşey eklemeyen vasatın altında kalmış, izlenmediğinde hiç birşey kaybettirmeyen, gereksiz filmlerden olmuş. he ben ne diye izledim, çok sıkılsam bile başladığım filmi bitirmeme gibi saçma bir adetimiz bulunduğundan ve sang woo kwone hatrına katlanma sürecim kolay geçti.
O kadar uzun aradan sonra keşke daha iyi film izleseymişim dedim ama iş işten geçeli çok oldu. kısmet deyip konuyu kapatıyorum
edit: söylemeyi unutmuşum, papazlığın dolayısıyla hristiyanlığın insan fıtratına ne kadar ters olduğunu aslında film. Allah'ıma şükürler olsun ki inziva hayatı bizim dinimizde övülmemiş, medeniyete hakikaten ihtiyaç var. Ayrıca bireylerin özel ihtiyaçları da var. Bir insanın kendine evliliği yasaklaması sonuçta fıtrata aykırı, "uzviyetin ihtiyaçlarını inkar cihetine gitme"yelim derdi bi hikayesinde Mustafa Kutlu.
Ayrıca yine ekleyeyim, filmi duygusal anımda izledim, ama zerre etkilemedi. Bu anımda benden çok da iyi istifade edebilirdi ama kaçırdılar.Halbuki "ben kendim yapamadım sen ağlat beni" modundaydım:[

1.09.2011

sevgili salak blog




Sevgili Salak Blog ( bu başlığı sevgili salak günlük kitabından devşirdim. birgün şu bloga tam yönelip kısımlara ayırdığımda böyle bir kısmının olmasını istiyorum, günlük olaylardan bahsederken bu başlık altına yazma gibi bir idealim var, bakalım gerçekleştirmem ne zaman vakii olacak.)
Sorma gitsin,babamın türlü kişilerin dolduruşuna gelip ttnet üyeliğimizi iptal edip, doğa net gibi ne idiğü belirsiz bir internet sağlayacısına geçmesiyle evde bir hafta internetten yoksun kaldık. ttnet'i "bizi affedin, size geri döneceğiz" demek için aradığımızda telefonlarımıza cevap verilmedi, verilse de "üç aydan önce doğa net izin vermez" denildi. ah ah doğa neti "bırakın lan bizi" demek için 2 gün boyunca aradğımızda telefona cevap veren bile olmadı, sanırım 5'den sonra kapatıyorlar hatlarını, tek müşterileri olan bizi kaçırmak için her şeyi yapıyorlar. biz artık babamın ısrarlı aramalarına "bırak adamları uyandıracaksın" diye tiye almaya bile başlamıştık berbat halimizi.
En sonunda bağlantımız uzun uğraşlar sonucunda gerçekleşti ve biz de artık nete girebiliyoruz. daha yavaşlığını hızlılığın anlayacak kadar nette dolaşmadığım için bişey demiyorum.
Asıl konumuzsa kına gecesi müziklerinde problem çıkmasına rağmen güzel geçti, birazdan nikaha gideceğiz ardından da düğüne. ben aslında daha fazla şey yazmak için giriştim ama hevesim kaçtı. sonra devam ederim inşAllah. bana eyvallah.