12.02.2011

rüya

riya anlatmayı sevmem. ama daha sevmediğim bişey varsa o da rüya dinlemek. türlü türlü olayları ayrıntılarına girerek dinlemekten hiç mi hiç zevk almıyorum. hatta şöyle ki "dün gece rüyamda..." diye başlayan cümleler canımı sıkmaya yetiyor. İşte benim gibi rüya dinlemeyi sevmeyen varsa okumasın bundan sonrasını zira çok kısa da olsa rüyamı anlatacağım.
Şimdi şöyleki Cem Adrian severiz, dinleriz. Genelde hayal kahvesi videoları nette bulunduğundan biz de açar o siyah beyaz görüntüleri izleriz. Ellerine her seferinde hayran oluruz falan. Sanırım dün sarı gelini söylediği videoyu yakından incelidiğimden rüyamda Cem adrian'ı gördüm ama siyah beyazdı rüyam. Şaka gibi hakikaten. tam imza için defter çıkarmaya çalışırken saat iki oluyor ve o artık haytranlarının yanından kalkıyor. Bu hayran kısmı önemli zira etrafında çok az kimse var. Bu arada alışveriş merkezindeyiz söylemiş miydim? (en uyuz kaptığım şeylerdendir rüya anlatırken önceden söylenmesi gereken şey "hee burara" diye hikayenin ortasında sudur etmesi). Ben yanına gidiyorum, bana "bitti" diyor. ben tam bozulacakken elini cebine atıyor ve şurdaki bordo şekere benzer bir şekeri bana veriyor. (camide çocuklara şeker dağıtan yaşlı amcalar gibi, kabul ediyorum) "babaannem vermişti" diyor. ben tabi ondan sonrasını tam hatırlamıyorum. şok etkisi mi yoksa rüya mı bitti hatırlamıyorum.
Bikaç ayrıntıyı atladım (bahsetmek istemiyorum) ama yaklaşık böyle bişeydi. Hee bir de rüyam siyah beyaz olabilir ama şekerin bordosu renkliydi. bu da Schinler'in Lİstesi'ndeki küçük kızın paltosu gibi. bunlar mı la libido?
buarada rüya görmemeyi hala istiyorum. Cem adrian'ı görmemek pahasına da olsa evet istiyorum. Artık "rüyamdaki işaretlerle güne üzgün başla"maktan yoruldum.

12.01.2011

havadan sudan, ordan burdan, ondan bundan

tumblr'da takıla takıla burayı unuttum. güya oraya sadece müzik, alıntı vb. şeyler için üye olmuştum ama her daim açık kaldığından mıdır nedir oraya canımın sıkıldığını falan falanı yazıyorum. tabii hassas bi kişilik olduğumdan kendimi bu bloga karşı sorumlu hissediyorum. Şimdi de gevelemeye kendimi zorluyorum.
Başlayacak olursak: tumblr'da o kadar takılmamın sebeplerinden biri, altlarda bulunduğundan pek görünmeyen sebep oluyor kendisi, sanıyorum ki takdir toplama isteği. Takip edenip 40 küsur, hee hepsi oluyor mu yazdığımı, hepsi beğeniyor mu hayır. çoğu postum 2 beğeniyorsa ama sanırım o iki beğeni de olsa hoşuma gidiyorl. bu kıçıkırık acizliğimin içine etmek istiyorum. tabii tespitim doğruysa. zira kendime itiraf etmediğim çok şey var. değil dilime, kalbime, aklıma bile sızmasını istemediğim gerçeklerim var. Bu blogu tabi ki tumblr'a tercih ederim. okunmamak üzere yazdığım yazılar daha benden çünkü, ama şekilde tumblr'da aktifim. Yalnızlığı severim ama kimsesizliğe gelememgillerdenim. bu sebeple herhalde biraz orada takılmam. Neyse bu eğer internetin sanal kişiliklerini kimse yerine koyup onlara bağlanan biriysem ergenlikten çıkmamış kişilik bozukluğuna sahip olabilirim.

Bu arada yazarken farkettim, Dün Kasım'ı uğurladık ve ben blogcuğumun ilk seneyi devriyesini kaçırdım. Üzülmeye gerek yok. tıpkı nice atif yıllara gibi uyduruk dileklerde bulunmaya gerek olmadığı gibi.

Şimdii bahsetmeden geçmeyeyim dediğim mevzu var ki o da telefonumun ekran kartının bozulması. 2 yıl evvelki bozulmasının ardından tamirden içindeki tüm bilgiler silinmiş olarak gelmişti. bu sefer de öyle olursa çok dokunur zira sevdiğim şarkıların listeleri, izleyeceğim filmler, alacağım kitaplar ve en önemlisi okuduğum kitaplardaki beğendiğim alıntıların  hepsi gider ve tabi numaralar ve silmeye kıyamadığım mesajlar da dahil. Babam bugün getirecek telimi, silinmemişler dedi ama ben görmeden inanamayacağım.

Bi kaç gündür nil'in şu şarkısını dinle dinle dururken dün gece rüyamda o kadar ilginç şeyler gördüm ki, bu mu lan libido? diyorum. Hayvan görmek istemiyorum şuan. garip garip olaylar, itksinç hayvanlar. Freud lütfen "bazen hayvan sadece hayvan" demiş olsun ve ben o yazıyı okuyayım. "Sabahlarım bazen günlerce rüyalarıma gelme" diye şarkılar söyleyenlere soruyorum; sabahlamak çözüm oluyor mu? oluyorsa denerim ciddi anlamda. Gerçi ben hiç bi şekilde rüya görmek istemiyorum. Bi rüya emici olmalı şu kalabalık dünyada.

Bugünlük yetsin ileride emrah serbes, erken kaybedenler, tüyap vs konuları yazacağım. diyeyim de ne yazacağımı unutunca şifa gibi gelsin

11.11.2011

gecikmiş yazılar,geçmiş bayram...


Bu resmi paylaşmasam ayıp olurdu çok beğendim çünkü.
Aslında Baklavamızın Fotoğraflarını çekmiştim de
göz hakkı kalmasın diye yayınlamıyorum.
Cemi cümlemizin geçmiş bayramı mübarek olsun.

***

Şimdiiii aslında o kadar çok şey yazmak için sebepler doğru ki;
art arda gelen şehit haberleri, Van depremi, N.Ç. davası ve şimdi yeniden Van depremi.
"Herşeyin sonunda düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliğini hatırlayacağız"
sözünden ötürü bu suskunluk canımı çok sıkmaya başladı. Yani aslında o kadar denilecek laf var ki
ama hiçbirine elimin gitmemesi benim ayıbım kabul ediyorum.
[tükürün suratıma ateşim düşsün]
Van'daki kardeşlerimize gerekli yardımı yapabildikten sonra elimden tek gelen dua etmek.

***

Geçende Mango'da satıcı kızı bi an amy'e benzettim
içimde çook kısa bir an öyle bir sevinç hissettim ki
amy'nin ölmediğini sandım sanırım bi an.
Öyle amy fanı da değilim,
ama öldükten sonra badem gözlerini keşfettim
acıyorum demekle yetineyim.
Ama o kısa sevinç anı bile yetti.

***

hande yener'in sanırım yeni albümü çıktı ki radyolarda şarkıları dönüyor.
havaalanı, teşekkürler, üç kişi beş kişili bi şarkıları sebebiyle albümü
değerlendirme hakkını kendimde görüyorum.
Hande'ye neler oluyor yaa?
sinan akçil misin nesin bırak kadının yakasını,
hadiseyi süründürdüğün
üstüne bir de -13 yaş kitle sebebiyle her yerde bangır bangır uyduruk şarkılarını dinlettirdiğin
yetti be.
Ya bu kadın romeo, hipnoz şarkılarını seslendirmiş kadın
nasıl bu kadar düştü bi anlayabilsem.
"patlasın o pasta bebek suratına" şu herifinde piyasadan kaybolsun.
ha ha'dan öteye gidemez yoksa hande.

***
hatırlatmak isterim sıla'nın "sağ elimi solumla avuttum" sözünden evvel bizim
nazan'ımız "bir yanım ötekini oyaladı" demişti.

***
Yazı çok karışık oldu farkındayım, ciddi olaylar magazinlerle karışıp
tam bir akşam haberlerine döndüm biliyorum ama 26 adamı bir araya getiren
o sebebi anlayamadığım için Rabbime şükrü borç bildiğimi de eklemeden geçemiyorum.
Bunlar nasıl müslüman diye geçiniyorlar.
Peygamber "benim ümmetim hata üzerine ittifak etmez" diyor.
bu yirmi altı herif nasıl oluyor da böyle bir pislikte ittifaktalar.
Hadi müslümanlığı geçelim (!)
hangi insanlığa sığıyor bu ya.
Daha 13 Yaşında bi çocuk için böyle bir şeyi
26 kişi birden düşünüp, uygulamaya kalkışıyorlar.
insanlık nereye gidiyor anlaşılmıyor.

***
artık "görmesin gözüm haram olanı"

10.23.2011

aşkın önsözü ayrılık

gece gece bal gibi gidecek şarkı. Buyrun

konuşmadan anlatsam ya da,
yüzüne bakmadan ki yapamam,
gözlerin dolar şimdi ya da,
önce benimkisi ne farkeder ki,
kelimeler şuan kocaman birer yalan,
konuşursam seni yakar,
susarsam kendime katlanamam

hiç durmadan yürürdüm yolumuz olsa
bu sana son susuşum son sözüm olsa
sonsuza gitmiyor aşk keşke gitseydi
alsa ikimizi uçup gitseydik

ne seninle ne sensiz
anlatmak kolay değil ve anlamak zor
hiç birinde olmadı belki şimdi zamanı
bunu hayra yor
kardan adam güneşe aşık olmuş,
bir sabah doğmuş güneş kara kışa,
kardan adam mutlu yok olmuş

hiç durmadan yürürdüm yolumuz olsa,
bu sana son susuşum son sözüm olsa,
sonsuza gitmiyor aşk keşke gitseydi,
bir hayat biriktirdim sana yetseydi…

10.22.2011

"agu gu gu gu gu gu"


geçen gün bi arkadaşımın doğum günüydü. ciddi ciddi 25 yaşında oldu. henüz o da dahil kimse alışamasa da. Düşününce çeyerek asır ediyor. 25 yılda neler neler değişebiliyor ama ben de artık o yaşa merdiven dayamış biri olarak elde var sıfırı oynadığımdan bu hayat batıyor bana. Gelecek bir şey vaat etmiyor, etmediği gibi gözümü de korkutuyor. Of ki ne of. Pc başına otururken yazacaklarımın önünde klavye her seferinde engel oluyor. bu bile dert. insan kendine verdiği sözleri tutmalı kısacası yoksa kendine olan saygısını yitiriyor.

"Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında
Öyle yoruldum ki yoruldum dünyayı tanımaktan
Saçlarım çok yoruldu gençlik uykularımda
Acılar çekebilecek yaşa geldigim zaman

Acıyla ugraşacak yerlerimi yokettim.
Ve şimdi birçok sayfasını atlayarak bitirdiğim kitabın
Başından başlayabilirim." İsmet Özel

Tabi ben her yaşgününde bunalım bekçisi oluyorum. eve gelip derdime derman olsun diye şiirlere sarıldım ve işte dedim özetimi veren şiir karşıma çıktı. Sabahattin Ali'den geliyor

"daha yirmi yaşımda
beliriyor karşımda,
siyahlaşan ufuklar"

Arkadaşa da pek bi neşeli olduğundan bu şarkıyı armağan ediyorum. "hayat beni güzel ağırlamadı" ama sen bana benzeme diyorum. Biraz daha zorlasam arabeske dalacağım sanırım, en iyisi gitmek.

10.20.2011

...




p.s:ilk defa fotoğrafları birleştiriyorum. biraz düzensiz oldu ama bunun için bile
epey uğraşmam gerekti. hepsini aynı fotoya birleştirmeyi ise gözüm yemedi. bu da bir resim başlığı için fazla uzun oldu, farkındayım
çok üşeniyorum be kamil.
Her şeyi içimden yapıyorum daha da adım atmıyorum.
Bi süredir filmleri de yorumlayamıyordum
Himym'in bu bölümü iyi mi kötü mü geldi anlamadım.
Müstekbal Ted'imin beğendiği filmleri eleştirme korkusuyla tamamen
yprumlardan elimi eteğimi çekebilirim.
Seviyorum bu diziyi ya.
Formdan düşmüşler müşmüşler umrum olmaz.

10.16.2011

maksimum rock

radyo D'de  güven erkin erkal'ın hazırlayıp sunduğu nadide radyo programı. Cumartesi gecelerimin uğraşı."sert kalın taviz vermeyin" lafını işitmezsem haftamın tavizlerle gececeğine inanmamı sağlayan şey. tam ben bunları yazarken benim mesajımı programda okuyarak ve istek şarkımı çalarak kalbimi bir kez daha çalan program yapımcısı. Adımı duyduğuma bu kadar sevindiğim nadirdir.
"gene geleceğim" de giderken istediğim şarkıyı buradan da paylaşayım istedim
buyrun
bu arada program cumartesi geceleri 23.00-01.00 arası

10.14.2011

dilerim

dilerim güçlüdür
zaman
bu acıdan.
F.D.

10.13.2011

...


daha önce paylaşmıştım ama yine söyleyeceğim

"sakladıklarımın utancı bir gün öldürecek beni" Ah tarık tufan sevmiyorum seni ama işte dertler insanları ortak noktada buluşturuyor bazen. Ah şu dilimin ucuna kadar gelip yuttuklarım, ah onlardan kaynaklanan vicdan azabım, ah onların ağırlıkları!

10.12.2011

baş sağlığı

Kadınım Nazan Öncel'in annesi vefat etmiş. Kendisi hiç bilmeyecek olsa da başı sağolsun diyorum. Ayrıca "başkalarına ağlama, gel benim omzumda ağla" demek istiyorum da diyemiyorum, küstahlığın lüzumu yok.

10.10.2011

artık gel- sakin



sabah kalktım kahvaltı yok
vapur kaçmış telaşım yok
simit attım martılar tok
çünkü sen yoksun

okullarda ders başlamış
trafikte uçak kaçmış
görüşmeler gecikmeli
çünkü sen yoksun

akşam oldu boş bir oda
ben aynı yerdeyim hala
durdu diyorlar zamana
çünkü sen yoksun

gün dün oldu gel yarına...

bu şarkının tek kusuru(!) bu kadar kısa olması. doyulmuyor ki...

10.06.2011

nada-gece düştü


Nada - Gece Düştü from NADA on Vimeo.

grubu daha yeni keşfettim. millete hayrım dokunsun diye paylaşmak istedim. özellikle bu şarkıları çok güzel, klip de göz ziyafeti.

10.05.2011

...

yapacak onlarca işim olmasına rağmen pc başında uyduruk işler çıkarmam kendime olan saygımı zorluyor.

10.03.2011

yüzün



Feridun Düzağaç farkı bu olsa gerek. Şarkının sözlerine kulak kabartmanızı salık veririm.
"bir beni yasakla" emi

10.02.2011

tumblr

öyle sıkıldım ki tumblr'a üye oldum.
fazla aktif sayılmam aslında.
işte insan bi an sıkılır da ne yapacağına karar veremez ya
işte ben o kendimi bilmez bir haldeyken hesap açtım.
buradan hesabımı vereceğim sanılmasın
nette her yerde takip edilmekten hoşlanmam.

9.30.2011

bazı adamlar

bazı adamlar vardır geçliğini düşünmeye gerek yoktur.
yaşlandıklarında bile o kadar güzellerdir ki
gençlikleri nasıl diye düşünme ihtiyacı hissetmezsiniz.
işte onların bazıları
michael caine

bill murray

john malkovich

steve buscemi
ve iddia ediyorum:
her gençkızın "olgun adam" düşkünlüğü/hayranlığı
vardır.

...


hoparlörü kapatıyorum,
yağmura saygısızlık etmek istemem.
hiçbir ses yağmurun şuanki sesine rakip olamaz.

9.28.2011

üç maymun

Hazır BZA'yı izlemişken elimde olan üç maymun'u da izleyeyim mantığıyla izledim filmi. Beğendim de. Konu klişe gibi gelebilir ama aile içi o iletişimsizlik,o yabancılaşma,o uzaklaşma kaynağı olan üç maymun'u oynamaları güzel olmuş.
Oyunculuklar birbirinden güzel. Yavuz bingöl'ün kadroda bulunması beni hala rahatsız ediyor o ayrı.
Konuşul(a)mayan şeyler yağmur dökemeyen bulutlarla birlikte film boyu devam ediyor. Dolayısıyla muhteşem görüntüler eşliğinde film sürüyor.

the tree

Filmden çok umutluydum ama umutlarımın cevabını alamadım. Vasatı hafif aşmış bir film benim için. Dünya tatlısı küçük oyuncusuna rağmen sıkıldığım pek çok sahne oldu.
Ölen babasının ağaç şeklinde dünyaya geri döndüğüne inanan küçük kızın bu inancını ailesine bulaştırması ve baba'nın yokluğundansa ağaç olarak da olsa varlığının devam ettirmesi herkese güç veren hikayesi. Öyle ki bu değişim türlü tesadüflerle de mucizevi bir inanışa geçiyor.
En beğendiğim repliklerde biri küçük kızın arkadaşıyla oynadığı gelecekte bir yaşta olup ne yapacaklarını hayal etme oyununda kendini annesiyle aynı konumda yani kocasını kaybetmiş ama asla annesi gibi gülemeyen devamlı ağlayıp sigara içen biri olarak hayal etmesi.
Filmin anlatımında sorun olduğunu düşünüyorum ayrıca küçük kızın ağzına hiç yakışmayacak büyük laflar çıkması inandırıcılığı azaltmış.
/spoiler/
filmin ayrılışı imgeleyen fırtınadan sonra ağacın kökte yıkılması annenin çocuklarıyla göç etmesi güzel olmuş

Neds

Neds (eğitimsiz suçlular'ın kısaltılmış hali) hakkında yazımı aslında filmi ilk izlediğimde yazmalıydım da ah şu üşüngeçlik. Filmi o kadar beğendim ki anlatamam. Beni resmen içine çekti, John mcGill'a heran sarılasım geldi.
Aslında "çevre'nin yarattığı yaratık" temalı filmlerden sıkılıyorum artık, tamam, her şey bizim elimizde değil de her şey çevrenin de elinde değil,(burada aklıma gönül yarasından unutulmaz sahnelerinden "her şey bizim elimizde öyle mi?! Asıl sen bana maval atma Öğretmen!" sahnesi geliyor) ama bu film beni benden aldı.
Zeki ama toplumun düşük kesiminden olması sebebiyle zengin arkadaşının ailesi tarafından dışlanması, başarısının arkadaşları (yaşadığı çevre) tarafından devamlı küçümsenmesi, yine başarısının babası tarafından takdir edilmemesi, babasının annesine şiddet uygulaması gibi pek çok sebeplerle ortaya psikolojisi bozuk çocuk çıkması olasılığı kuvvetli, kabulüm ama John McGill yine de onlardan kurtulabilirdi diyorum.
İşin kötüsü onca pisliğe bulaştıktan sonra tekrar çabalaması ama hiç kimsenin ona yardımcı olmaması eleştirinin en büyük dilimi bana göre. Geçmişinin pislikleri herkes tarafından göz önünde tutulurken bu çocuğun kendini toparlaması çok zor.
Babasıyla olan ilişkisinde yeri gelince tüm caniliği gösteren ama daha sonra merhamet gördüğünde içindeki merhamet ortaya çıkıyor ve muhteşem bir sahne oluyor o sahne.
ve filmin en etkileyici kısmı ise sonu. (izlemeyenler okumasa daha iyi eder bu kısmı). Serserilikle suçlanıp hiçbir yardım görmeyen John mcGill, "öğretici/ ıslah edici" olan çevresi tarafından geçmişteki eseri olan spastik çocukla aslanların arasında bırakılması. Onlar için geri dönülmemesi. İşte buradan düzelmek isteyen kişilerin ne kadar yalnız bırakıldığını anlıyoruz. Geçmşiiyle onu başbaşa tehlikeli sularda yalnız bırakılıyor ve yardım için kimse dönüp ardına bakılmıyor. Bu çok ciddi bir eliştiri olmuş. İnsanın gözlerinin dolmaması imkansız. Hele bir sonraki sahnede geçmişiyle elele tutuşup tüm o tehlikelerin (aslanların) arasından sağsalim geçmesi unutulmaz. Bir yerde okudum bu sahne için "insanın insana yaptığını hayvanlar yapmaz" demişti. Doğru bir tespit.


Bayram Ziyareti

Gidecek yeri olmayan biri
Aslanları görmeye parka gitti.
Aslanlar taştan
O bir insan
Nasıl anlaşırlar?
Anlaştılar.
Behçet Necatigil

beyoğlu


Beyoğluna götür beni
kitaplara bakalım
Sokaklarda gitar çalalım,
tatil için para yapalım
Oturalım bir yerde,
bir iki laf edelim
Sinemaya gidelim
sonra karanlıkta öpüşelim
Mesela acı yok,
ağrı yok sızı yok
Cepte para çok
Hadi gel gidelim,
yaraları saralım
Hadi gel gidelim,
anıları yazalım
Afrika’ya götür beni
osi bisra mandela
Çöllerde dolaşalım,
develerle mesela
Avrupa’ya gel benle,
uyuruz köprülerde
...

mevzu bahis şarkı budur.Var mıdır kitaplara bakalım diyen başka bir şarkı bilmiyorum. Beni yine yıktın be Nazan'ın


9.27.2011

gemide


Açıkçası herkesin beğendiği kadar muhteşem bi film diyemiyorum. Tamam çokça gerçekçi beni çokça rahatsız etmeyi becerdi bunlar başarıdır ama ben bu kadar küfür dolu filmi çok beğendim diyemiyorum. Günlük hayatta hiç mi yok saçmalığına zaten hiç gelemiyorum. Günlük hayatımda evet, yok bu kadar küfür. Gemici milleti edebi sözler beklemiyorsun herhalde tarzında saçmalıklara da herhalde edebi cümleler beklemiyorum ama bu kadar da küfür beklemiyorum.
Filmi gece izledim, ertesi sabah uyandığımda hala beynimde küfürler uçuşuyordu, kendimi zapt edemeyeceğim de ağzımdan çıkacak diye korkmadım değil.
bir de bu kadar abazalık beni çileden çıkartıyor. he yok mu? vardır elbet de ben katlanamıyorum, bu da filmin gerçekçiliğine işaret bi yerde de ben bu kadar gerçeğe katlanamıyorum demektir. "bana yalanlar söyleyin, bakarsınız iyi gelir"
Psikolojik olarak olsun, metaforların kullanımı olarak başarılı bunlara bişey demiyorum. 

9.26.2011

bir zamanlar anadolu'da

 Gittim, izledim, beğendim, geldim. Nuri Bilge'ye olan hayranlığım kesinlikle filmleriyle alakalı değildir. Zaten topu topu 2 filmini izledim( bu filmle üç oluyor).Fotoğraflarını severim ama asıl sebebi o da değil. Asıl sebebi şimdilik bana kalsın.
Bu filmi diğer filmleriyle bir tutanlara şaşıyorum açıkçası. Bir kere yönetmenin izlediğim şuncacık filmlerinden anladığım kadarıyla eğer geniş açılı bir yer gösteriliyorsa adam karlara bata çıka kameranın bir ucundan diğer ucuna ya da önüne gelene kadar biz izler/beklerdik. Bu filmdeyse aynı çekim arabalarla çekilmiş. Dolayısıyla bir boyut atlama var. Hız kazanmış. He bu mutlak güzellik demek değildir o ayrı. Ayrıca senaristlerin çenesi açılmış. Tamam belki hala çoğu şeyi sessizlikle anlatıyorlar ya da anlatmaya çalışıyorlar ya da çalışmıyorlar bile ama ciddi bir gevezelik söz konusu. Ağızdan çıkan laflar bu filmde daha bi anlaşılır ayrıca. Ağızlarını açarak konuşuyorlar hiç değilse.
 Film hakkında söyleyecek hakikaten bol söz var. Nuri Bİlge bu filmiyle halka açılacağını düşünüyorum ama pek de sevinemiyorum buna. O hep "uzak" adam olsun istiyorum ama... Sinemasına gitmeyi beni ikna eden yazı Ali Koca'nın şu yazısı. Yazıyı okuyun benim başka bişey söylememe gerek yok.


Söyleyecek bir şey yok dediysem de Muhammed Uzuner'e değinmeyecek kadar da değil. Ben kendilerini ilk defa görme şerefine nail oldum. Doktor olması hasebiyle iğrençleşmeyi göze alarak hastası oldum diyorum. O nasıl bir karizmadır diyerek hiç olmazsa onu görmek için bile sinemasına gidin diyorum.
"keşke yalnız bunun için sevseydim seni" diye de ekliyorum.

Bir de ben bu kadar adam kokan nadir film izlemişimdir.
Topu topu iki kadın mı ne vardı.
söz hakkı ise sadece birine tanındı.
Hikayenin "her karışıklığın altında bir kadın vardır" sözü de
diğer hikayeler gibi yarım kaldı, kapanmadı,
yazılarla üstü örtündü.

9.25.2011

suskunlar

Şöyle ki; ben, İhsan Oktay Anar okurken sanki tarihi antikacılar/sahaflar sokağına girmişim de o sokakta sağlı sollu bulunan dükkanlara giriyorum ve her eşyanın tarihçesini zevkle öğreniyorum. Her dükkanda belirli bi vakit geçirdikten sonra çıkıyorum karşıki ya da yandakine geçiyorum oranın hikayelerini öğreniyorum, eğleniyorum. Arada dükkandan çıkarken kafam karışıyor "ben ne taraftan gelmiştim?" diye sersemliyorum ama sonra toparlıyorum. Sokağın sonuna ulaştığımdaysa belki kısa bir mesafe kat etmiş gibi gözüksem de aslında deryaya dalıp çıktığımın bilincinde oluyorum.
Aslında sadece iki kitabını okudum da bunları hissettim. Son okuduğum kitabı Suskunlar. Açıkçası kitap elimde süründü, harcadım, eziyet ettim kitaba ama yine de güzel geldi. İhsan Oktay Anar ne yazsa okunmalı diye düşündüğüm yazarlardan. Yalnız bu kitabında beni rahatsız eden kısım camii ehlinin softa olarak resmedilmesi. Bu modern edebiyatımızın saplanıp kaldığı bir nokta bana göre ve ciddi anlamda kitaptan soğumama neden oluyor.

"Şakirtleri denileni yaparken Zahir, “Susma vakti geldi,” dedi. “Şimdi, sevgiyle tokuşturduğumuz kadehlerin tınlamasını, dost bildiğimiz insanlarla yaptığımız sohbetleri, altun paraların şıngırtısını, bir güzelin şuh kahkahasını, mal yüklü ticaret gemilerinin yelkenlerini şişiren rüzgarın uğultusunu, ilim öğrenmek için okuduğunuz kitapların sayfa hışırtılarını ve hatta, ölümsüzlüğün sırrı olan ab-ı hayat’ın şırıltısını unutalım ve burnumuza üflenen nefesi, vakti gelince aldığımız gibi, tertemiz bir nağme olarak sessizce teslim etmeye hazır olalım. Öyleyse hep birlikte susalım ve artık O’nun sesini dinleyelim."

9.21.2011

baba


"Baba buydu işte.
Yatıştığımı hissedene kadar
 uykuma göz kulak olan
bir baba"
Güneşi Uyandıralım

bir de metroda
kucağında uyuyan çocuğunun başı
boşluğa düşüp durmasın diye
ters taraftaki eliyle
çocuğunun kafasını
tutmaya çalışandır.
Tüm o el uyuşasına aldırmadan

9.15.2011

-Beatrix Kiddo -Burda!



Tamam iyi hoş da ben burada kendi kendime mi konuşuyorum
hakikaten merak ediyorum.
ha kendi kendimeysem sorun olmayacak merak edilmesin
kendimi yamamaya çalışmayacağım.
soruyorum;
Kimse var mı? 
varsa bari tepki versin

"iki süper film birden"

Aslında anlatacağım bi film daha var da sırf şu başlığı koyabilmek için üçüncü filmin anlatımını tehir ediyorum. Zaten bu iki film hakkında çok şey yazacağımı sanmıyorum zira çok laf gevelemesi gerektirmeyen güzel filmler.



Incendies


Kanada sinemasından son zamanlarda bi kaç film izledim ve gayet de güzel filmlerdi. Tabii izlediğim bikaç filmle tüme varamam ama ben tarzlarını beğendiğimi söyleyebilirim. 
Mevzu bahis filmin herhangi bir sahnesinde durdurun,fotoğraf diye seyredin o sahneyi. Çok kaliteliydi. 
Filmin türkçe adı "içimdeki yangın". Halka filmi var ya, kasetteki filmi izleyen bir hafta içerisinde ölüyor. Bu filmi izleyende kadının içindeki yangından payını alıyor. artık hakikaten içimdeki yangın oluyor. Zaten hikayeler doğuya kaydığında acı, dram da kaçınılmaz olarak araya sızıyor. 
Doğrusu kadına şaşmadan duramadım, çocuklarına nasıl olur da anlatmaz bunca şeyi. Tabii burada insanın en yakınını bile ne kadar tanıyabileceğini de görmüş oluyorum.
En beğendiğim sahneyi söylemek istiyorum. Ebeleriyle karşılaştıktan sonra gerçeğin bi kısmını öğrendiklerinde tepkilerini direkt havuz sahnesiyle gösterilmesi muhteşem bir sinema mantığı olmuş.
Film belki ağlatmıyor, ki ağlatabilir de zira çok acı, ama içinizi daraltmayı çok iyi başarıyor ve bir kaç gün etkisinden kurtulması    kanımca zordur.






                                       Sonbahar


Bu filmi izlemeyi bu kadar geciktirmek istemezdim. ama yine de pişman olmadım. zamanında izlemiş sayıyorum kendimi.
Film bi kere hakiki komünist bir yönetmenin elinden çıktığı belli. Bu konudan rahatsızlık duymuyorum ama sanki hafif kanıma dokundu. Zira geçek görüntülerin devreye girmesi hem güzel hem de propagandaya kaçabilecek çekimlerdi. 
Bu filmi izledikten sonra da içinize hüzün kaplayacaktır. Açıkçası izledikten bikaç gün sonra bile filme karşı garip bi hüzündeydim. Bir kere kızın gözleri o kadar hüzünlü ki adamın da durumu malum etkilenmemek elde değil.
Düşünce suçlusu Yusuf'un hapisten çıktıktan sonra bazı şeylerin tam da bıraktığı gibi olduğunu ama bazı şeylerin de hiç de eskisi gibi olmadığını görmesi, hala nahifliğini koruyabilmesi, o yalnız halleri çok iyiydi. 
Açıkçası tüm yazacaklarımı şuan unuttuğumdan daha fazla gevelemek istemiyorum. İzleyiniz güzel filmdir. Film boyu cem adrian'ın sonbahar şarkısı dilimdeydi,film biter bitmez açıp dinlemeyi planlıyordum ki sondaki o muhteşem müziklerden sonra elim varmadı. Gereksiz de olsa paylaşayım dedim.

9.13.2011

pastoral senfoni


Bu kitaba garip bi bağlılığım var. (Pastoral Senfoni, Andre Gide)
Üçüncü okuyuşumu bugün bitirdim. İlk okumam küçüklük devreme rastlıyor, ikincisiyse pek de büyük sayılmayacağım yaşlar ve şimdilik son olarak şimdi okuyorum. Belki çok da ahım şahım değil ama beni çok cezbediyor, dönüp okuma ihtiyacı duyuyorum. Zaten pek unutkan biriyim, bir de üstüne roman ve filmlerin tam sonunu unutma illetim eklenince yeniden okumalarım zevk veriyor, unutma salaklığıma üzülüyorum o ayrı.
Kitaptan biraz bahsedeyim; kitabı anlatıcı olarak günlüklerinden olayları öğrendiğimiz evli ve çocuk babası Papaz'ın şefkat duygusuyla kör ve bakımsız bir kızcağızı evine sokmasıyla ve daha sonra duygularının içine şefkatten başka hislerin de sızmasıyla gelişen olaylar. Aşk ve din kıskacında kalan Papazın duygularının güzel anlatıldığını düşünüyorum. Andre Gide'ın Dar Kapı romanını sahaflardan almadığım için kendime çok kızıyorum. Yazarın Dostoyevski kitabını okumuş ve beğenmiş biri olarak bu hatayı yapmamalıydım.
Yazımın bundan sonrası kitabın içeriğinden bahsedecektir, ikaz edeyim.
Bir papazın gayet temiz duygularla bir kız çocuğunu yetiştirmeyi sahiplenmesi ile başlayan bu aşkın faillerinin birinin papaz, diğerininse onun yetiştirdiği dinine bağlı bir genç kız olması olayları ilginç yapan. Daha önce aşık olan papaz hikayesi görmüştüm ama o papaz dininden feragat ediyordu, işte bu benim gözümde biraz bayağılıktı ama bu romanda papazın dinine tamamen bağlı kalması ama aşkın da (evli olduğu için) günah olmadığına kendini inandırmaya uğraşması etkileyici. burada sözü papaza devrediyorum "eğer aşka bir tahdit konmuşsa, bu Senden gelmemiştir. Ey Rabbim insanlar koymuştu onu. Aşkım insanlar nazarında kirli görünecektir belki ama lütfet, Ey Rabbim, onun Senin nazarınızda temiz ve ulvi olduğunu söyle. Kendimi günah fikrinin üstüne çıkarmaya çalışıyorum, ama kaytarmaya gelmiyor, günah işlemiş olmaya müsamaha edemem, Mesih'imden vazgeçemem..."  
Papaz protestan mezhebinden. Teorileri incil'in daha çok İsa'nın öğretilerini benimsemiş Saint Paul'un getirdiği şeriat kısmını da kabul etmekle birlikte oğlunun şeriate daha bağlı olmasından hafif rahatsız. Yani oğlunun etrafında çit örmeden rahat edemeyeceğini düşündüğünden (şeriat kanunlarının olması gerektiği savunduğundan) şaşkın zira gayet insancıl olan papaz efendi "iyilik ve muhabbetle verilmesi gereken şeylerin emir ve nehyle verilmesinden veya bunun savunulmasından rahatsız. Aşık olduğunda hissettiği o saf duygular sebebiyle bunda Tanrı'nın nehyedebileceği birşey olmadığını savunuyor.
İlginç olan bir diğer noktaysa kör kızı da kendi gibi inancını aşılıyor hatta ileri giderek kötülükten (günahtan, saint paul'un kısımlarını bile okuyor,öğretmiyor) bahsetmiyor. Buna İsa'nın "eğer kör olsaydınız günahınız olmazdı" sözünü destek alıp o kızın masumluğunu savunuyor. 
Taki kızımızın gözleri açılıp saint paul'un "bana gelince, eskiden şeriat olmadığı için yaşıyordum, ama vaktaki emirlerin nazil oldu, günah canlandı ve ben öldüm" ayetini görüne kadar. Bu andan itibaren kızımız yaşanılan aşkın günahının altından kalkamayacağını anlıyor.
Beğendiğim başka bir kısımsa papaz'ın eşinin halleri. Oldukça başarılı anlatılmış. Karısının gittikçe artan aksiliklerinden hiçbir şey anlamayan papaz ise klasik erkek. 
Kısacası aşk ile din arasında sıkışık kalan ve evli olunduğundan mekan işgali günahını sırtına alan ama bunun farkına varmayan kişilerin hikayesi. Benim için de bayağı etkileyici.

9.06.2011

bir melek,
bir şehir,
bir dünya var mı?
bir insan ,
bir güzel,
hala ask var mı?...redd (bu görüşe katılıyorum)

havadan sudan

Niye paylaşma gereğinde hissediyorum bilmem ama bugün kurulan Sahaf festivaline gittik. Hakkıyla inceledik mi bilmiyorum bayağı vaktimizi verdik diyeyim. Gidecek olanlara kısa birkaç tavsiyede bulunayım. Evvela almak istediğiniz kitap listesini hazırlayın. Zira o kadar fazla kitap arasında canınızın çektiği mutlaka olacaktır. Tabii eğer onları da okumak istiyorsanız alın da gereksiz harcamalar sonrası eve dönüş yolunda pişmanlığı hissedeceğiniz kitaplardan kaçının diye söylüyorum. İkinci olarak da yanınıza fazla para almayın. Alsanızda çantanızın çok derinlerine saklayın ki kitapların o muhteşem kokusu, görüntüsünden tahrik olup da el uzatamayasanız. Açıkçası yanımda bayağı para varken gittim ve ekonomik gücün kişisel özgürlükle olan alakasını yakinen öğrenmiş oldum. Hee pişman olacak şeyler aldım mı hayır ama yine de harcadığım paraya acımadım değil. O kadar osmanlıca kitap görüp almamam ise içimde yara oldu. Asıl sahaf mantığına uygun olan kitaplar onlardı halbuki.
Aldığım kitapları da paylaşayım artık size neyse: M. Kundera'dan Var olmanın dayanılmaz hafifliği, T.Capote'dan Kabul edilmiş dualar, Bir maniniz yoksa annemler size gelecek, nietzche ağladığında, pastoral senfoni, suç ve ceza, suskunlar, Kadından kentler, eldivenler hikayeler, vadideki zambak, araf ve 5-6 tane daha kitap aldım. Allah okuyup sindirebilmeyi nasip etsin.
Peki murat menteş'in fotoğrafı ne alaka diye düşünen yoktur aranızda biliyorum. Dönüşte ablamla yürürken bir de baktım ablam birin selam verdi. Karşımda dünya tatlısı murat menteş, ama sanki çok acelesi varmış gibi 10 saniyelik ablamla kurdukları muhabbete ben sadece 3-4 adım geriden şahit oldum. Ben ne kadar seversem seveyim konuşamayan insanlardan olduğumdan hep sevdiklerimle karşılaşmamayı dilerim. Enson İhsan Süreyya Sırma'nın karşısında gevelediğimiz laflardan da ötürü susma orucu tutuyorum. Bakmayın susuyorum dediğime, beynimden türlü diyaloglar kuruyorum da işte karşılarında lal kesilmesem. Karşılarında bocalamam sonucundan ya onlardan nefret ediyorum ya da kendimden. Bugün murat menteş'ten nefret ettim. Uyuz herif, bu kadar muhteşem olmasan ya!

biraz uzun

 Tamam kısa kısa iyi güzel de bazı filmler vardır kısa yazmak hakarettir. Tamam, kısa tanıtım yazabilirsin ama başlığın kısa kısa olması bozar işi.Mesela şimdi de çok bişey yazmayacağım ama başlıkla işi kurtaracağım.

Flipped

Sabahın erken saatlerinde izlemiş olduğum bu film, insanın moralini düzeltecek derecede eğlenceli. Akşam yorgunluğuna şifası vardır teşhisini koyabilirim.

Çocukluk aşklarını genelde sevmem, hele ki araya cinsellik de karıştı mı sinirlerim hoplar. Ama bu film öyle esprili bir dille ilerliyor ki sıkılmanıza, rahatsız olmanıza lüzum kalmıyor. Gayet güzel, aileyle izlenebilecek filmler arasına adını yazdırıyor.

”Ayrıca bütünün, kendi parçalarının bir araya gelmesinden daha fazlası oluşunun ne demek olduğunu biliyordu. Bunun, insanlarda da aynı olduğunu söyledi. Ama bazen insanlar için bütün, daha azı olabiliyormuş… Bunu oldukça ilginç bulmuştum. İlkokuldan beri tanıdığım insanlara bakmaya başladım.  Parçalarının bir araya gelişinden fazlası mı yoksa azı mı olduklarını, öğrenmeye çalıştım. Chet haklıydı. Birçoğu daha azıydı…”


                                                                                          

                                                                                In My Father's Den


Her şeyi bıraktım filmdeki Matthew Macfadyen faktörü yüzünden görülmesi gerek. Kendilerini Aşk ve gurur dışında pek beğenmişliğim yoktu, taki bu filme dek. Bu saç stili çok yakışıyor kendilerine.

Aile dramlarını seven biri olarak bu filmi de beğendim. Ama bu filme sade bir dram demek istemiyorum çünkü dramdan ziyade vurgun. Seyirciye ne kadarını aktarmayı becerebiliyor onu bilemiyorum da hakikaten korkunç olaylar gerçekleşiyor. Ve bunların üstünden gelinmemesinin temel sebebi iletişimsizliğe dayanan kaçışlar. Herkes bi noktada susuyor ve kaçıyor, tüm bu kaçışların ortasında 16 yaşındaki olgun kızımız yakaladığından bişeyler öğrenmeye çalışıyor.

Film son dakikasına kadar sürprizi açıklamıyor. Hiçbir şeyi konuşmayan o sıkıcı iletişimsizlik ortamlarını seviyorum, bu filmde ise bu kadar mı olur diye şaşıp kaldım. Sanırım insanlar konuşup,iletişim kurdukça birbirleriyle olan sağlıkli iletişimi kuracak. (ama nerde bende o yürek)

9.05.2011

kısa kısa

    Şu kısa kısa film yorumları yapıyorlar ya en akıllıcası deyip bu işe soyunma kararı aldım. Resimleri yerleştirme konusunda hala sorunlarım var, göze hitap etmezlerse affola.


Benim Güzel Oğlum, Ne Yaptın Sen?

Daha önce hiç Lynch filmi izlemedim, filmlerinin sadece anlaşılmamazlık üzerine kurulu olduğunu duydum. Bu film de onun yapımcılığında çekilmiş.Filmi ona mal etmek istemiyorum, tarzını da bilmediğimden etkisi ne ölçüde anlayamıyorum. Neyse kısa tutacaktım film gerçek hikayeden uyarlanmış ama sanırım birebir bi aktarım söz konusu değil. 

Fotoğraftan bile hemen anlaşılacağı gibi sorunlu bir ana-oğul hikayesi. Hikayede tüm hollywood klişeleri için malzeme var ama hiçbiri neredeyse kullanılmıyor. Mesela ben hiç olay mahallindeki dedektifi bu tavırlarla görmemiştim. 
Ya da mahale gelen SWAT hiç bu kadar şatafatsız işi çözmememişti. Sonra olay da pek garip olmamasına rağmen film pek garip. Annesini öldüren gencin flashbacklerle hikayesini öğreniyoruz. Oyuncu olduğu tiyatrodan esinlenerek aksesuar kılıcıyla annesini öldürüyor. Flashbacklerle bunun psikolojik sebebini açıklamaktan ziyade bildiriyor. Anlamlandıramadığım sahne oldu, özellikle şu cüce olayına resmen fransız kaldım. Filme güzel demiyorum ama kötü de demiyorum. Amaçlanan gerilim havasına gayet iyi ulaşılmış ama ben izlerken çok sıkıldım






Hachiko: a Dog's Story

İşte bu film için o kadar uzatmaya gerek yok. 
Bir köpeğin sahibine olan vefasını gösteren gayet basit bi film.
Başına feci bi baş ağrısıyla oturmuştum. Ağlamak garantili denilmişti ama hiç öyle ağlanıp sızlanılacak film değil benim açımdan. Kötü de sayılmaz ama abartılan kadar asla değil.











                                                                        Kader Ajanları

Bu film aslında güzel olabilecek bi zemine sahip ama kartları düzgün oynamadığından kaybediyor. İlk önce M. Damon ile E. Blunt hiç uyumlu bi çift değil bunu söyleyeyim. Emily çok hoş kız. Matt o kadar iyisini haketmiyor. Neyse filme geçiyorum. Çok basitti. Yani iki kez gördüğün kız için 3 yıl boyunca hayaldünyasının onun tarafından işgal altında olmasına hiç inanamam kusura bakılmasın. Hadi geçmişten gelen biz birlikte olmalıyız inancı derinlerden bastırıyor olarak açıkladık mevzuyu da görmemezlikten geldim. Sonra sonu çok ama çok basitti. Yani herkes mutlu olmak zorunda değil,bunlar da mutsuz olsunlar. Ne diye bu kadar kasıyorsunuz?
İnsan, kader ajanları tarafından hayatını ifa ettirirken onları faka bastırdığı(!) vakit bu sıkışmışlığının farkına bi yerde varıyor. Kendi kaderini kendi yazmaya başlayınca da kader ajanlarının başkanı tarafından "aferin"i alıyor. Yani bu kadar saçmalamasaydınız, hadi iyi başladınız toparlayamıyorsanız bırakın. Nerede okkuduğumu hatırlamıyorum sanırım Elif Şafak'ın günlük yazılarındaydı "yazar tıkandığında silip yakmalı, 80 sayfanın 60'ını gözden çıkabilmeli ki kalan 20 sayfa kuurtulsun, devamı gelsin" tarzındaydı. Bu filmin senaristine biri bunu tercüme etsin.


9.04.2011

Modern zaman "açıl susam açıl"ı : Şapka


Açılmasını istediğim kapılar önünde şapka çıkarmamakmış
başarısızlığımın sebebi!

9.03.2011

boşluktan ne yapacağımı şaşırdım, zaten şimdi anlayacaksınız yazdıklarımdan. mevzu bahis edeceğim şarkı şudur. evde oturmuş şarkıyı dinlerken bu şarkıda beni dumur eden olayı paylaşma derdine düştüm. Hanımkızımız artık bezmiş, "tüm güzellikleri al tamam kötü benim" diyor,belli ki zorlanarak da olsa "yakarım bu evi,yıkarım hikayemizi" diyor ama sonra ne oluyorsa oluyor umut tüm korkunçluğuyla ayan oluyor da kızımızı caydırıyor "belki" döner ihtimaline karşı tüm  kararlarından dönüyor ve "iki eliyle sımsıkı tutmaya" karar veriyor. yani ablacım tebrik ediyorum yakıp,yıkma fikrini de o belkilere takılırsan yanarsın. umut, asıl muhatabım sensin, girme insanların zihnine! büyük kararları, küçücük parıltınla yıkıp yıkma lütfen. insanın bu acizliğinden de nefret ediyorum. Rabbim bu duruma düşürmesin.
"umut kötü bişeydir, umut bir insanı çıldırtabilir" Esaretin Bedeli
"umut kötülüklerin en kötüsüdür çünkü işkenceyi uzatır" nietzsche
"neden herkes bana bakıyor?
neden tüm dünya bana bakıyor?"
Benim Güzel Oğlum Ne Yaptın Sen?

8.31.2011

Fatih-Harbiye


Peyami Safa'nın okuduğum ikinci kitabı ve kişilerin ruh hallerini bazen çok güzel anlattığına bir kez daha şahit oldum. Bu kitapta Neriman'a fazla özenmese de Şinasi'nin özellikle hiçbir şeyi düzeltemeye kalkışmaması, suskunluğu asaleti sanmasını, tıpkı ruhu gibi darmadağın olan odasıyla kıyaslaması çok hoşuma gitti.
Kitabın ana konusu toplumun batılılaşması üzerine bi ferdi sayılan Neriman'ın doğuyu ve batıyı temsil eden iki adam arasında tıpkı Fatih-Harbiye tramvayıyla iki semt arasında mekik dokuduğu gibi gidip gelmesi. Bir yandan Macit'in o cancanlı hayatına özenmesi diğer yandan Şinasi'ye olan bağlılığı. Hangi tarafı seçeceğine dair Neriman'ı kendine getiren hikaye ise bence komedi olmuş. Tabi sadece ona bağlı değil karar ama yine de kitaba basitlik katmış.
Kitabın açımdan en büyük eksisi kadınların eksik akıl olarak resmedilmesi. Medeniyeti yalnızca şekil ve renkten ibaret gördüklerini iddia ediyor ve Neriman da kendini savunacak tek bi kelam etmiyor. Tamam, o sıra psikolojisi müdafaya müsait olmayabilir ama bu durum kitap boyu sürüyor.
ve verdiği fikir "her kültür milli kalmalıdır ve milli kalmaya mahkumdur; tekniğe gelince bu beynelmileldir."