9.25.2011

suskunlar

Şöyle ki; ben, İhsan Oktay Anar okurken sanki tarihi antikacılar/sahaflar sokağına girmişim de o sokakta sağlı sollu bulunan dükkanlara giriyorum ve her eşyanın tarihçesini zevkle öğreniyorum. Her dükkanda belirli bi vakit geçirdikten sonra çıkıyorum karşıki ya da yandakine geçiyorum oranın hikayelerini öğreniyorum, eğleniyorum. Arada dükkandan çıkarken kafam karışıyor "ben ne taraftan gelmiştim?" diye sersemliyorum ama sonra toparlıyorum. Sokağın sonuna ulaştığımdaysa belki kısa bir mesafe kat etmiş gibi gözüksem de aslında deryaya dalıp çıktığımın bilincinde oluyorum.
Aslında sadece iki kitabını okudum da bunları hissettim. Son okuduğum kitabı Suskunlar. Açıkçası kitap elimde süründü, harcadım, eziyet ettim kitaba ama yine de güzel geldi. İhsan Oktay Anar ne yazsa okunmalı diye düşündüğüm yazarlardan. Yalnız bu kitabında beni rahatsız eden kısım camii ehlinin softa olarak resmedilmesi. Bu modern edebiyatımızın saplanıp kaldığı bir nokta bana göre ve ciddi anlamda kitaptan soğumama neden oluyor.

"Şakirtleri denileni yaparken Zahir, “Susma vakti geldi,” dedi. “Şimdi, sevgiyle tokuşturduğumuz kadehlerin tınlamasını, dost bildiğimiz insanlarla yaptığımız sohbetleri, altun paraların şıngırtısını, bir güzelin şuh kahkahasını, mal yüklü ticaret gemilerinin yelkenlerini şişiren rüzgarın uğultusunu, ilim öğrenmek için okuduğunuz kitapların sayfa hışırtılarını ve hatta, ölümsüzlüğün sırrı olan ab-ı hayat’ın şırıltısını unutalım ve burnumuza üflenen nefesi, vakti gelince aldığımız gibi, tertemiz bir nağme olarak sessizce teslim etmeye hazır olalım. Öyleyse hep birlikte susalım ve artık O’nun sesini dinleyelim."

Hiç yorum yok: