12.06.2010

طعم گيلاس


söze daha önce Cengiz Aytmatov'dan bahsederken değindiğim "tipik insan" kavramını Çıngız Ata'nın tanımladığı şekilde kullanacağımı belirterek başlamak istiyorum. Bu bağlamda İran sineması taktire şayan bir seviyeye erişmiştir. Tipik insanı çok iyi resmediyorlar. Kendi kültürlerinden kopmadan evrensel bir mesajları olabiliyor, genele hitap edebiliyorlar. Bu film de (kirazın tadı) bunu en güzel örneklerinden, intihar gibi evrensel bir sorunu kendi perdpektifinden bakmayı ve baktırmayı becermiş. Bizim sinemamızın da ilk kendi kimliğini oluşturup sonra dünyaya açılması dileğiyle diyerek filme geçmek istiyorum.
konuya değinmeden evvel kameraman mı görüntü yönetmeni mi artık bilemiyorum, kim kamerayı o doğru açılara yerleştirdiyse helal olsun diyorum. kamera sadece hafif kaymalarla film boyunca arabayı takip edebiliyor. bu yönden çok başarılı buldum filmi.
filme gelecek olursak baştan söyleyeyim ki içeriğinden bahsedeceğim,sonra sonunu ne diverdin denilmesin. ameleler diyarında arabasıyla gezinen Bedii Bey'in ne istediğini anlayamamamızla film başlıyor. tüm amelelerin gözü de kamerada. tabi izleyici bu sırada binbir türlü kötülük düşünebilir, hakkıdır. en sonunda bi askeri arabasına alır ve onunla diyalog kurmaya uğraşarak amacına ulaşmak için onu bi nevi kullanır. ama karşılığını vereceğini söylemektedir. Amacı da akşam gireceği çukurdan sabah sağ çıkamazsa üzerine toprak atacak birini bulmak. askeri ikna için türlü laflar işe yaramıyor tabii. burada "Şarkın hamuru dinle yoğrulmuştur" dan ziyade bence insanlık yatmaktadır. bir insan kendini öldürmektedir ve siz de ona yardım edeceksiniz, suçuna ortak sayılabilirsiniz. üzerine yoprak atacak biri bulunmazsa belki intihar etmeyecek kadar işi ilerletmek istemiyorum ama işin ucunda bir ortaklık olduğunu da inkar etmiyorum. yani askerin teklifi kabul etmeyişi vicdan sahibi olmasından kaynaklanıyor. Yalnız askerle sürdürülen diyalogda kürdistan'ın varlığından bahsediliyor ki benim gibi ırkçılıktan uzaktan yakından alakası olmayan birini bile sinir etmeye yetti.
askerin arabayı terk etmesinden sonra Bedii bey arayışlarına devam eder ve yalnız bir bekçiye takılır. burada ilginç bir replik var Bedii:"ne kadar güzel bir manzara", bekçi." güzel mi  toz topraktan başka birşey yok" bedii:"toprağın güzel bir şey olduğunu düşün müyor musn? bütün güzel şeyleri bize tooprak verir." bekçi:" öyleyse sana göre bütün güzel şeyler toprağa geri döner". İşte Bedii beyin üzerine toprak atacak birini araması, toprağa bir kutsallık yüklemesi intihar kararının ciddiliğini gösteriyor. Daha sonra bekçinin ilahiyatçı dostunu seçip bu sefer onu çukurun başına götüren Bedii daha baştan nasihat istemediğini sadece yapıp yapmayacağını öğrenmek istiyor.Tabii ilahiyatçı tebliğinden geri durmuyor ama başarılı olduğu söylenemez. Yalnız burada Bedii bey intiharı öyle bi tanımlandırıyor ki sözlüklerdeki tanımları unutun, silin yerini bunu yazın demeden geçemedim şöyle ki: "hayatı Allah’ın verdiğine ve uygun gördüğünde onu alacağına inanıyorsun,fakat insanın devam edemeyeceği bir an gelir. tükenmiştir ve harekete geçmek için Allah’ı bekleyemez. o yüzden kendisi, harekete geçmeye karar verir. o an, intiharın adlandırıldığı zamandır. o zaman "intihar" sözcüğünün, sadece sözlüklere konulsun diye bulunmadığını kavrarsın, o eylemsel bir uygulama olmak zorundadır..." ondan sonraki mutsuz olmanın da büyük günah olduğu çıkarımını beğendiğimi söyleyemeyeceğim.
Bu kapıdan da boş dönen Bedi bey, şantiyeyi incelliyor, taşların sertçe düşmesi gölgesinin üzerine düşmesi, işte bu sahne intihar etmek isteyen bir adamın yaşadığı dilemmayı çok iyi anlatmış...son olarak  arabaya tahnitçiyi alıyor ama biz muhabbetin başını görmüyoruz. İşte bu adam taklifi kabul ediyor ama sabah çukurun başına gittiğinde bedii beyi uyanık görmeyi dileyerek, ayrıca biraz geveze olduğundan sebebini öğrenmek, yardım etmek de istiyor. Konuşma ilerledikçe bu amcanın da intihara niyetlendiği bi sebepten vazgeçtiğini söylüyor ve etkileyici olacağına inandığı hikayesini anlatıyor. Düşüncelerini değiştirdin mi sorun devam etsede ana sorun gözüyle bakılmadığına, yeryüzündeki herkesin derdi olduğunu ama herkesin intihar etmesiyle kimin kalacağına dikkat çekiyor ve araya bi Türk doktora gitmiş vücudunda dokunduğu her yerin ağrıdığından yakınmış, check up yapılmış parmağı kırık çıkmış fıkrasıyla bizi bizden alıyor. Bildiğin Temel lan bu diyorsunuz. Ardından iknay devam ediyor ki tıpkı Bedii beye farklı yoldan götürdüğü gibi ona yaklaşımı diğer arabaya binenlerden farklı olduğunu daha iyi anlıyordunuz. "sabah uyandığınızda hiç gökyüzüne baktınız mı? şafakta güneşin doğuşunu görmek istemez misiniz? ...Siz Ay'ı gördünüz mü yıldızları görmeyi istemez misiniz?... Tüm bunlardan vazgeçmek mi istiyorsunuz? her şeyi bırakmak mı istiyorsunuz? KİRAZIN LEZZETİNİ bırakmak mı istiyorsun? Yapma!" ve ardından türçe türkü söyleyerek bizim için bombayı patlatıyor. "Azizim uçtum gel, dost bağına düştüm gel,yahşi günün kardeşi, yaman güne düştüm gel"
Çok uzattığımın farkına varıp gerisini kısa kesmeye çalışıyorum. İşte tüm bu derslerden sonra "yanan ışıklarını kaplayacak kadar karanlığı"(sagopa'nın sözüdür) bulunan bedii bey bir an için yanan ışığa yöneliyor ama karanlıkta kalmayı dileyerek karanlığını büyüterek ve unutulmaz bir sahne yaşanıyor. Bedii bey hayattan çıkmak üzereyken arkasına bakma gafletinde bulunuyor. buna gaflet diyorum ama biliyorum ki yaşama dürtüsü en büyük dürtü olarak adlandırılıyor. ama beni her zaman sinir eden intihar etmek isteyenlerin sonradan hayata bağlanmaya kalkışmaları, veronika da bunu yapmıştı. belki de intihar gizli tutkum olduğundan onların eline böyle bir fırsat geçtiğinde değerlendirememelerine kızıyorumdur.
son olarak gece Bedii beyevini geri gelecekmiş gibi terkeder. taksiye atlayıp çukurun başına gider. tabiat sanki onun derdine ortak olmuşçasına kendini gösterir. Bedii bey çukura yatar, her yer karanlıktır, bedii nin içi gibi ama bir şimşek yanar kısa süreli bir aydınlıkta bedii'yi görürüz gözleri açıktır. bir dahaki şimşekte ise gözleri kapalıdır. Biz tam artık karanlığa gömüldü derken yağmurun narin sesi duyulur, umut kesilmez. ama o da nedir? birden ekran amatör kamera çekimi ile askerlerin marşına şahit oluruz. Bedii bey de elinde sigara ile ortalıkta, kameramanların arasında gözükür. biz de bi dakika ya deminden beri bir kurgunun içindeydik bi anda noldu desekte yönetmen "ben baştan beri kameraya aval aval bakan amelelerle bu ortama gönderme yapmıştım. Film bu!" diyerek bizi şoka sokar. çaldığı müziğin ise atrı bi şok etkisi vardır.
Film muhteşem ama en az film kadar muhteşem olan bi şey varki filmi neredeyse tek başına yürüten Homayoun Ershadi. 40 yaş adamlarının ne kadar karizma olabileceiğinin canlı örneği, Her güzel şeyin toprağa gideceğini söylerken filmde ona hak vermemek elde değil.

Hiç yorum yok: